top of page

Ah şu kardeşler!

Updated: Dec 29, 2021


ree


ree

Büyüklüğün belli bir ölçüsü yoktur. Yükselten veya alçaltan şey kıyaslamadır. Bir nehirde büyük görünen bir gemi, denizde küçüktür.


Seneca



Çocuklarınızın kendi aralarında iyi bir kardeş ilişkisi var mı? Yoksa "kavga etme" olasılıkları "birbirlerinin yanında olma" olasılığından daha mı fazla?


Kardeşlerimiz…Yaşam tarafından bize ‘by default’[1] hediye edilen, insanın hayatına doğuştan ortak olan, her halimizi bilen, bizi kayıtsız şartsız kabul eden, yeri geldi mi "gıcık" yeri geldi mi "fıstık" hissettiren, paylaşmanın ve kavganın alfabesini öğrendiğimiz mükemmel dostlar.

Yaşamda hem mutluluğumuza hem dertlerimize ortak, en büyük destekçilerimiz olan sevgili kardeşlerimiz arada sırada bizi sinir edip bir böbürlenme duygusuyla “işte benim sayemde” demekten hoşlansalar da, konu ne olursa olsun bizimle gurur duyan, başkalarına karşı bize toz kondurmayan yegâne varlıklar aslında.

Sizi bilmem ama en azından benim kendi kardeşim Erim için hissettiklerim böyle.


Annem ve babam bizi büyütürken "Biz sizi kız-oğlan olarak değil, evlat olarak yetiştirdik." dediğinden mi bilmiyorum, bazı insanların aksine, kardeşimin erkek olması bana hiç bir zaman "keşke bir kız kardeşim olsaydı, onunla her şeyi daha rahat konuşabilirdim." dedirtmedi. (Ama yine de harika kız arkadaşlarımın olduğunu ve aile olmanın sadece kan bağı olgusundan oluşmadığını, güzel dostlukların ailenin en değerli halkalarından biri olduğunu da söylemem gerek.)


Çocuklarımız birbirlerinden ne kadar farklı karakterde olursa olsun, kardeşlik bağları önemlidir. Kardeşler arasında güçlü aile bağları kurmak için sergileyeceğimiz en önemli tutum sanırım onları birbirleriyle "kıyaslamamak”.


Bunu söylemek kolay olsa da, insan beyni bir kıyaslama motoru olduğu için, bunu yapmamayı ne kadar becerebildiğimiz büyük bir soru işareti. Çünkü beynimiz, anne karnından itibaren geçmişte yaşadığımız duyguları, yaşanmışlıkları otomatik olarak bilinçaltımıza kaydediyor. Sonra beyin anda yaşadığı olaylara bir çözüm aradığında, içinde bulunduğu duygu durumunu geçmişteki referanslarla yani kayıtlarla eşleştiriyor.



Yaptığı bu kıyaslama doğrultusunda bir karar alıyor ve bu karar tutumlarımıza, davranışlarımıza otomatik olarak yansıyor. Ve biz aslında kıyaslama yaptığımızı fark etmeden kıyaslama yapıyoruz.



Öte yandan, adil ebeveynler olmak için çocuklarımıza özenli ve eşit dengelerde davrandığımızı düşünürken, acaba onlar bunu nasıl algılıyor?

İşte orası bazen bir muamma. Aynı anne baba, aynı değerlerle büyümüş iki kardeş aynı söylemi birbirine taban tabana zıt bir yaklaşımla yorumlayabiliyor. Çünkü her çocuğun ruh dili, algısı, kodlanması birbirinden farklı. Bu yüzden “Birisi için işe yarayan şey, diğeri için işe yaramayabilir.” felsefesini anlamak ve bu konuda herhangi bir suçluluk ya da yetersizlik duygusu içine girmemek gerektiğini düşünüyorum.


Gerçek şu ki, ilişkiler arasında sürekli olarak her şeyi dengelemek ve eşitlemek, bir karşılaştırma zihniyetine yol açmaktan ve rekabetini kızıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor. Hiç unutmam, çocuklarına eşit olmak konusuna oldukça dikkat eden bir arkadaşım bu konuda o kadar takıntılı bir hale gelmişti ki sonunda çocukları tabaklarına konan bezelyeleri bile sayar olmuştu.


Konu kardeşler bile olsa, eşit olmak gerçekten mümkün mü bilmiyorum? Ama tam eşitlik yerine bireysel ihtiyaçlara odaklanmanın, aile ortamında çok daha sağlıklı bir alan yarattığını biliyorum. Ve hepsinden güzeli çocuklarımız eşitliğin adalet anlamına gelmediğini ve adaletin eşitlik gerektirmediğini anladığında, kıskançlıkların ötesine geçip farklılıkları daha bilinçli bir noktadan kabul edebilir.


Karşımızdakilere ne kadar mükemmel davrandığımızı düşünürsek düşünelim, ne kadar eşit olmaya çalışırsak çalışalım, her insan tektir. Eğitim ise bu bireysel farklılıkları (bu tekliği) hesaba kattığımızda en etkilidir. Çünkü her tür zihin vardır ve kişinin duygu dünyasını anlamak, neye nasıl tepki vereceğini ölçmek nerdeyse atomu parçalamaktan daha zordur.


Akıl modelimiz ne olursa olsun, kıyaslama olsun olmasın, içine doğduğumuz hayat gemisinin dinamosu hiç tereddütsüz “Sevgi” değeri üzerine kurulu. Ancak sevgi tek başına yetmiyor. Yanına özen istiyor, emek istiyor, anlaşılma istiyor.


Kalbimiz bir ritim ile atarken, doğada bile bir gel-git yaşanırken ilişkilerimizin de bazen inişli çıkışlı olması gayet normal değil mi? Yaşanan her durumda ilişkilerimize özenle yaklaşıp, karşımızdakileri "zaten cepte" zannetmeden boş vermemek, jestler yapabilmek, birlikte olmak için ortamlar yaratmak, en sinirli zamanımızda ağzımızdan çıkan sözlere dikkat etmek, kavga ettikten sonra barışabilmek ve kimin haklı haksız olduğuna bakmadan "Affedersin." diyebilmek hayatla kurduğumuz bu ilişki gemisini sağlıkla yürütüyor.


Aile kurumunda yaşarken öğrendiğimiz tutumları, ilerleyen yaşlarımızda iş yaşamımıza taşıyoruz. Ve burada edindiğimiz deneyimler sanki kurumsal bir şirkette staj yaparken edindiğimiz tecrübelere benziyor. Mesela, birlikte yaşamayı ya da takım (bütün) olmayı, istediğimizi doğru yollarla almayı, mücadele etmeyi, paylaşmayı, kazanmayı, kaybetmeyi evdeki bu ilişki ağında öğreniyor ve büyüdükçe bunu sosyal hayatımıza tutumlarımız olarak taşıyoruz.



[1] By default: varsayılan, olağan



 
 
 

Comments


Ekin Cengiç, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca yayın yapmaktadır. Bu web sitesindeki hiç bir öge izinsiz veya alıntı gösterilmeden kullanılamaz veya çoğaltılamaz. ekincengic.com sitesinden alınan tüm içerikler için bu telif hakları kabul edilmiş sayılır ve her türlü yasal hakkı saklıdır.

bottom of page